Kapadokya’nın Jeopolitik Geçmişi

KAPADOKYA’NIN JEOLOJİK GEÇMİŞİ

Ülkemizde genç volkanik alanların çok yaygın ve çeşitli volkanik şekiller yönünden en zengin bölgemiz İç Anadolu’nun güney ve güneydoğusudur. 60 milyon yıl önce 3. Jeolojik Zaman’da Toros dağlarının yükselmesi sırasında bu alanda yanardağlar faaliyete geçmiştir. Orta Anadolu’da devasa boyutlarda bir alan, irili ufaklı yüzlerce volkan konisi, geniş yaygılar oluşturan lavlar ve volkanik küller, kimi suyla dolu volkanik kökenli krater çukurları ve lav kubbeleriyle kaplıdır.  Aksaray, Niğde, Nevşehir ve Kayseri arasında Orta Anadolu volkanik bölgesi adı verilen bu alan, 60 milyon yıl öncesinden başlayıp 3 bin yıl önceye kadar farklı merkezlerden, farklı dönemlerde çok farklı hacim ve boyutlarda püsküren lav ve küller sonucu ortaya çıkmıştır. 

Hasandağ, Erciyes, gibi heybetli ve mağrur volkanlar, 2 milyon yaşlarında olup kompleksin en genç volkanik yapılarıdır. Bölgeyi binlerce kilometrekarelik bir halı gibi kaplayan uçsuz bucaksız tüf yaygılarını yüzeye çıkaran volkanlar, Hasandağ ve Erciyes’inkilere nazaran çok daha geniş bir kraterden püskürmüş olmalıdır. Araştırmacılar, bu volkanik küllerin Nevşehir ve Acıgöl arasında yer alan, çapı 8×12 kilometre olan dev bir volkan bacasından püskürdüğünü ortaya koymuştur. Birden çok evrede gerçekleşen bu püskürme sırasında diğer volkanlarınkine kıyasla silisyumca ve gazca çok daha zengin magmanın “kaldera” adı verilen bu dev bacadan 600-700 derece sıcaklıkta köpük yığınları, kızgın toz ve gaz şeklinde korkunç bir şiddetle yüzeye çıktığını, bu malzemenin gökyüzüne kilometrelerce tırmandığını ve yeryüzünü yakıp yıkarak yüzlerce kilometrekare alanı kapladığını ileri sürmektedir araştırmacılar. Çünkü böylesi büyük patlamalar olağan bir volkana oranla çok daha güçlü olduğundan, püskürttükleri köpürmüş magma, toz ve kaya parçalarını çıkış merkezi etrafına biriktirmekten ziyade uzağa fırlatıp geniş bir alana yayarlar. Köpürmüş magma, kaya parçaları ve toz o kadar büyük hacimlerde püskürür ki, sonunda volkanın altındaki hazne büyük ölçüde boşalır ve yerkabuğu kendi içine doğru boşalan hacmi doldurmak üzere piston gibi çöker. Bu çökme, geriye kalan magmanın da yüzeye çıkmasına neden olur. Büyük hacimlerde çıkan yeni volkanik malzeme, kaldera çöküntüsünü kalın bir kül örtüsünün içine gömer ve gizler. 

Kapadokya Bölgesi Volkanizmasının Bölge Üzerindeki Etkileri:

Bu zamana kadar elde edilebilen arazi ve yaş verileri, Kapadokya Bölgesi’nde volkanik aktivitenin yaklaşık 25 milyon yıl öncesinden günümüze kadar büyük bir kesinti olmadan sürdüğüne işaret eder.

Böylece günümüzdeki Kapadokya ve çevresinde eşsiz jeolojik yapılar meydana gelmiştir. Özellikle ilkel insanların ignimbiritik (ateş taşı yağmuru) tüflerde açtıkları oyuklar görenleri hayrete düşürmekte ve düşündürmektedir.

Kapadokya bölgesindeki obsidiyenlerin Paleolitik ve Neolitik dönemlerde işletilmiş olduğu ve bunların arkeolojik yerleşme yerlerinde ilkel insanlar tarafından alet olarak kullanıldıkları belirtilmektedir.

Ayrıca bölgede var olan önemli kil yatakları, seramikçilik sanatının çok gelişmesine neden olmuş, çanak- çömlek işlemeciliği insanların geçim kaynağı haline gelmiştir.

Kapadokya Volkanik Kompleksinin merkezi kesimlerinde yer alan Acıgöl kalderası içinde çok genç domların (70-20 bin yıl) bulunması ve yaygın sıcak su kaynaklarının varlığı, bu bölgenin potansiyel jeotermal bir alan olduğunu göstermektedir. Araştırmalarda elde edilen bilgilere göre, yörede yüksek sıcaklıkta (125 derece) termal suyun derin sondajlarla (1300 m.) elde edilebileceği belirtilmektedir.

 

PERİ BACALARI:

Peribacaları jeolojik, jeomorfolojik ve klimatolojik özelliklere bağlı olarak teşekkül etmiş, kurak ve yarı kurak yörelere özgü bir aşınım şeklidir. Peribacası oluşumu üzerinde kaya türü, ardalanma düzeni, tabakanın eğim durumu, çatlak sistemi önemli etkiye sahiptir. 

Anadolu Platosunun yükselmesi ve ardından gelen volkanik faaliyetler sonucu tüf birikmesi ve bunun aşınması söz konusu. Ancak Kapadokya benzeri bir bölgenin oluşumu için bazı şartların oluşması gerekir. 

Bunlar; 1- Yatay tabaka olacak, 2- Yükselen alan, 3- Kurak alan, 4- Mevsimsel afet halinde yağmur yağacak.

Yaklaşık 2er milyon yıl arayla meydana gelen patlamalar, tüf birikintileri ve kod farkları zamanla çatlar. Biraz rüzgar ama en çok aşırı yağmurlar bu çatlakların genişlemesine ve aşınmasına neden olur. Peribacalarının hatta Ihlara Vadisi’nin oluşumu böyledir. Şapkası olmayan peribacaları yılda 28 cm aşınırken, şapkalılar yılda 4 cm aşınmaya uğramaktadır.

Türkiye’de peribacası oluşumları Kapadokya’dan başka; Afyon (İhsaniye-İscehisar, Özburun-Bolvadin), Ankara (Abacı- Kızılcahamam), Erzurum (Yoldere-Narman, Çiftlik-Aşkale, Balıklı- Uzundere), Horasan-Karakurt arasında, Kırıkkale (Hasandede), Uşak (Kayaağıl), Manisa (Durhasan-Demirci, Yurtbaşı-Kula), Kütahya(Yeniköy-Simav), Van (Yavuz-Başkale) gibi muhtelif yerlerde vardır. Bu yörelerdeki peribacaları sınırlı bir alana sahiptir.

PREHİSTORİK DÖNEMLERDE KAPADOKYA

Kapadokya Bölgesi’ndeki Prehistorik Dönem kültürleri en iyi şekilde Niğde – Köşk Höyük, Aksaray- Aşıklı Höyük, Nevşehir- Civelek Mağarası’nda görülür. Her üç yerleşim yerinde kazı çalışmaları devam etmektedir.

TARİHİ DÖNEMLERDE KAPADOKYA

  • Protohitit – Assur Ticaret Kolonileri Çağı ( M.Ö.3000-1750 ):
  • Hititler Dönemi ( M.Ö.1750 – 1200 ):
  • Geç Hitit Dönemi ( M.Ö.1200 – 700 ), Tabal Krallığı
  • Frigler-Lidyalılar
  • Pers ve Kapadokya Krallığı ( M.Ö. 585 – 332 ):
  • Makedonya Kralı İskender M.Ö.334 ve 332
  • Roma Dönemi (M.S.17-395):
  • Bizans Dönemi (397-1071):
  • Selçuklu Dönemi (1071-1299):
  • Beylikler Dönemi: İlhanlılar, Eratna Beyliği, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti’dir.
  • Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi: Dellaczade Hacı Osman Efendi Sivas Kongresi’ne Nevşehir delegesi olarak katılmış, memleketinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubesini kurmuş ve milli mücadeleye katılımı sağlamıştır. 

Başka bir olay da Mustafa Kemal’in 1919’da Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi’ne gelerek tekke şeyhi ve çelebisi ile görüşmesidir. Bu görüşmenin ardından Anadolu’daki tüm Bektaşi tekkeleri milli mücadeleye destek kararı almış ve bu tekkeler karargah gibi çalışmıştır.

 

YER ALTI ŞEHİRLERİ: 

25.000 kilometrekare alana yayılan Kapadokya bölgesinin neredeyse tüm kasaba ve köylerinde irili ufaklı yüzlerce kaya yerleşimi bulunmaktadır. Bunlar yörenin en ilginç, en şaşırtıcı özelliklerindendir. Bölge geçmişte sıklıkla saldırılara maruz kaldığından, yeraltı şehirlerinin yapılış amacı, tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamak olsa gerektir. Vadi ve plato yamaçlarına, oyulan bu yer altı yerleşimlerinin girişlerini dışarıdan far etmek oldukça zordur. Tüfün aşağıya doğru derinlemesine oyularak yapılan yer altı şehirlerinin, yöredeki evlerle, tehlike anında kaçabilmek için, bağlantılarının olduğu düşünülmektedir.-Bir düşünceye göre, yörede yaşamış insanlar, kendilerini daha fazla güvenceye almak için, yaşadıkları mekanlara geçilmesi zor odalar, tuzaklar hazırlamış ve git gide daha da derine inen odaların çoğalttığı yer altı koridorları ve galeriler bir araya gelerek yeraltı kentlerini doğurmuştur.

-Kimi araştırmacılar bu yerleşim birimlerini birbirine bağlayan tünellerin olabileceğinden bahsetseler de, bu iddiaya kanıt olabilecek veri günümüzde yoktur.

Yer altı şehirlerinin ilk olarak kimler tarafından tasarlandığı henüz açıklığa kavuşmuş değildir. Prehistorik dönemlere ait yerleşkelerin yer altı şehirleri ile bağlantılı olup olmadığı tespit edilememiş olmasına rağmen, bölgenin kaya yapısı da göz önünde bulundurulacak olursa, tarih öncesi toplulukların yörede, hiç olmazsa birkaç odadan oluşan sığınaklarda barınmış olmaları gerekir.

Yer altı şehirlerinde ele geçen bulguların neredeyse tamamı MS 5-10 yy lara yani Bizans dönemine tarihlenmektedir. Bunun sebebi dinsel ve sığınma amaçlı kullanımın bu devirlerde artmasına bağlanabilir.

 

KAYMAKLI YERALTI ŞEHRİ

1964 yılında ziyarete açılan yeraltı şehri, ”Kaymaklı Kalesİ” de denilen yerin altında bulunmaktadır. Antik adı “Enegüp” olan Kaymaklı köyünde halk, evlerini yeraltı şehrinin yüze yakın tünelinin etrafına yapmıştır. Yöre halkı halen avlulara açılan bu tünellerden geçerek yeraltı şehirlerinin uygun mekânlarını kiler, depo, ahır olarak kullanmaktadır.

Kaymaklı yeraltı şehri Derinkuyu yeraltı şehrinden gerek plan, gerekse kuruluş yönünden farklıdır. Pasajlar dar, alçak ve eğimlidir. Sekiz katlı şehrin ilk katı Hititler tarafından yapılmış, diğer katları ise Arap-Pers saldırıları sırasında Romalılar ve Bizanslılar tarafından genişletilmiştir.

İki km.den fazla bir alana yayılan bu yeraltı şehrinin 4 katı temizlenmiş ve aydınlatılmış durumdadır. oyulan tünellerde, saldırı anında kapıları içeriden kapatabilecek sürgü taşları imal edilmiştir.  Mekanlar daha çok havalandırma bacalarının etrafında toplanmıştır. Yeraltı şehrinin 1. katında ahır yer almaktadır. Bu mekânın küçüklüğü yeraltı şehrinin henüz temizlenmeyen alanlarında da ahırların var olması gerektiğini gösterir.

Ahırın solundaki sürgü taşlı, bir geçit vasıtasıyla kiliseye geçilir. Bu koridorun sağ tarafında günlük yaşam yeri olarak oyulmuş odalar bulunmaktadır.2. kattaki kilise tek nefli iki apsislidir. Apsislerin önünde vaftiz taşı, kenarlarda ise oturmaya yarayan platformlar yer alır. Bu kattaki mezarlık alanının kilisenin hemen yanında olması dini özellikleri olan kişilere ait olduğu fikrini güçlendirir. Bu katta ayrıca oturma mekânları da mevcuttur. Yeraltı şehrinin en önemli mekânları 3. kattadır. Çok miktarda erzak depoları, şıra haneler ve mutfakların bulunduğu bu kattaki çok çukurlu andezit taşı oldukça ilginçtir. Son araştırmalar neticesinde bakır cevherini öğütmede kullanıldığı anlaşılmıştır. Bu taş dışarıdan getirilmeyip yeraltı şehrinin inşası esnasında açığa çıkan tüflerin altındaki andezit lavlarındandır. İhtiyaç duyulduğu için işlevine uygun olarak 57 adet kırma ezme çukurları açılmıştır. Yaklaşık 10 cm boyutundaki bakır cevheri, kırma çukurları içine konur. Kırma taşı ile kırılarak ergitmeye hazır hale getirilir. Bu teknik Prehistorik Dönemden beri bilinen bir yöntemdir. 4. katta yer alan şırahanelerde bol miktarda erzak depolarının ve küp yerlerinin bulunması bu yeraltı şehrinde yaşayan halkın düzenli bir ekonomileri olduğunu gösterir.

 

Hristiyanlığın Anadolu’daki Tarihi:

Hıristiyanlığın Anadolu’da ilk olarak ortaya çıktığı yer Antakya’dır. Kudüs cemaati, Antakya’da bazı kişilerin, Hıristiyanlığı kabul ettiklerini haber alınca Barnaba’yı buraya gönderirler. Durumun Hıristiyanlığı yaymak için uygun olduğunu gören Barnaba da, Hristiyan olduktan sonra Arabistan’a, sonra Kudüs’e ve oradan da Tarsus’a gelip burada ikamet etmekte olan Pavlus’u Antakya’ya çağırır. İkisi Antakya’da, birlikte kalarak Hıristiyanlığı yayarlar. Petrus’un 52’den 60’a kadar Antakya’da kalışıyla Hıristiyanlık burada iyice kökleşir.

Pavlus, misyon gezileri olarak adlandırılan seyahatleri sırasında, Antalya civarını, Tarsus’u (Kilikya), Yalvaç’ı, Konya’yı, Efes’i, Çanakkale civarını; bugünkü Ankara ve çevresini oluşturan Galatya’yı dolaşmış ve buralarda, daha sonra da, yazdığı mektuplar vasıtasıyla ilişkilerini sürdürdüğü Hristiyan cemaatler/kiliseler kurmuştur. Pavlus’un attığı tohumların bir sonucu olarak Kapadokya’nın büyük bir kısmı, birinci yüzyılda Hıristiyanlığı kabul eder; burada yetişen ve “Kapadokyalı Babalar” olarak bilinen teologlar, sonraki Hristiyan teoloji tarihinde önemli bir rol oynarlar. 

Hıristiyanlığın 313’de İmparator Konstantin tarafından Milan fermanının ilan edilmesine kadarki yayılışının, devletle karşı karşıya gelmeden, ondan herhangi bir baskıya maruz kalmaksızın vuku bulduğunu söylemek mümkün değildir.

 

Manastır:

Manastır kelimesi, “tek yalnız” manasına gelir. Monos’tan türemiştir. Monk’ta aynı kökten türer.

Manastırlar, bir bina veya birkaç binadan oluşmuş yapılardır. Bu binalar dünyadan el etek çekerek, toplu halde yaşamayı isteyen kişiler için düzenlenmiştir. Manastırlarda yaşayan keşişler kendilerini Tanrı için çalışma, dua, okuma ve araştırmaya adarlar. Keşişler, sıkı bir disiplin altında bir arada yaşarlar. Onların yeme, içme, dua, riyazet (perhiz), uyuma ve çalışmaları gibi bütün faaliyetleri belirli kurallara bağlanır. 

 

Kapadokya’da Manastır:

Anadolu’daki manastır hayatı, Kayserili Basil (329-379) tarafından şekillendirilmiştir. O’nun önderliğinde, Doğu’daki manastır hayat tarzında yeni bir dönem başlamış ve O, Hıristiyan manastır hayatını kiliseden sapmaktan kurtaran keşiş olarak anılmıştır. Manastırlarda toplu halde yaşamı, münzevi yaşama tercih etmiş, keşişin toplum ile iç içe yaşaması gerektiğini vurgulamıştır. Şehirlere manastırlar ve okullar kurarak, Hıristiyan inziva yaşamını, Kilise organizasyonu ile birleştirmeye çalışmıştır. Basil, Kapadokya’nın başkenti Kayseri’de doğmuş (330) , aristokrat bir ailenin çocuğuydu. Kapadokya bölgesinde ailesinden kalan çok sayıda mirasa sahip olmuştur. Kayseri, İstanbul ve Atina’da dünyevi bir eğitim almıştır. Ancak daha sonra annesi ve kardeşleri gibi inziva yaşamına yönelmiştir. Mısır, Suriye, Filistin ve Mezopotamya’daki ünlü manastır merkezlerini ziyaret etmiş ve bu hayat tarzını öğrenmiştir. Memleketine döndüğünde kendisine kalan bütün mal varlıklarını dağıtmış ve inziva yaşamı sürmeye başlamıştır. 

Basil, manastır yaşam şeklini, Hıristiyanlığın en uygun şekli olarak görmekle birlikte, toplumla iç içe yaşamayı da manastır hayatının en mükemmel formu olarak görmüştür. O, toplumdan uzak bir yaşamı tercih etmemiş, ancak münzevi yaşamı da tamamen reddetmemiştir. Aşırı çilecilik uygulamalarını boş bir uğraş olarak görmüş ve daha orta yollu bir yaşamı tavsiye etmiştir.

 

İKONOKLAZM

İkonakırıcılık, Bizans İmparatorluğu döneminde yaşanmış bir politik-dini harekettir. Temel anlamda ikona kırıcılık dini ritüellerde ve günlük hayatta kullanılan tasvirlerin ortadan kaldırılmasına yönelik, Bizans İmparatorlarının desteklediği tasvir karşıtı bir olaydır. İkona karşıtı hareket, resmen III. Leo (717– 741) ile başlar. İmparatoriçe Theodora ile 842 yılında son bulur.

 

GÖREME:

Göreme Kasabası’nın eski adları; Korama, Matiana, Maccan ve Avcılar’dır.

Göreme ile ilgili 6. yüzyıla ait bir belgede Aziz Hieron’un 3. yüzyıl sonlarında Korama’da doğduğu, Malatya’da 30 arkadaşı ile birlikte şehit olduğu ve elinin kesilerek annesine; Korama’ya getirildiğinden bahsedilmektedir. Koramalı Şehit Aziz Hieron’un Göreme Açık Hava Müzesi içinde yer alan Tokalı Kilise de oldukça büyük boyutta resmedilmiş bir tasviri bulunmaktadır.

 

Durmuş Kadir Kilisesi

Bazilika tipindeki bu kilisenin diğer kiliselerden farkı, kilisenin ortasındaki papaz tahtı (Ambon), iri dörtgen sütunları, vaftiz yeri, birinci bölmedeki duvarlara oyulmuş irili ufaklı mezarlarıdır. Kaya kabartma süslemelerinin en güzel örneklerine sahip olan bu kilise 6. ve 7. yüzyıllara tarihlenmektedir.

 

Yusuf Koç Kilisesi

Durmuş Kadir gibi Yusuf Koç Kilisesi de adını içinde bulunduğu bağın sahibinden almaktadır. Çapraz tonozlu, haç planlı, iki apsisli, dört sütunludur. Ancak sütunları kırılmıştır. 11. yüzyıla tarihlenmektedir.

 

El Nazar Kilisesi

Göreme-Müze yolunun sağındaki vadide, yoldan yaklaşık 800 m. uzaklıkta El Nazar vadisindedir. Bir peribacası içine oyulmuş El Nazar Kilisesi, ” T ”; planlı, haç kolları beşik tonozludur. Ana apsis, haç kollarının birleştiği merkez mekana açılır. Zeminin tamamı ve apsisin bir kısmı tahrip olmuştur. Sahneleri kronolojik olarak birbirini takip etmekte olan kilise 10. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.

 

Saklı Kilise

1957 yılında bulunduğundan dolayı “Saklı Kilise” adı verilmiştir. El Nazar Kilisesi yakınlarındadır. Enlemesine dikdörtgen planlı, ana mekan iki sütun ve üç kemerle ikiye ayrılmıştır. Üç apsislidir. Düz tavan haçlarla ve geometrik süslemelerle dekore edilmiştir. Kiliseyi süsleyen resimler sıva üzerine değil, doğrudan ana kaya üzerine yapılmıştır. Kilisenin etrafında bulunan boyalı bez parçalarının yapılan analizler sonucunda kilisenin boyanmasında fırça yerine kullanıldığı anlaşılmıştır. Kilise, 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir.

 

Meryem Ana (Kılıçlar Kuşluk) Kilisesi

Tokalı Kilise’nin arkasındaki sırtta, Göreme Açık Hava Müzesi’ne yaklaşık 250 m uzaklıkta, Kılıçlar Kilisesi’nin güneyindeki dik yamaçta yer alır. Nef, enlemesine dikdörtgen planlı, farklı genişlik ve yükseklikteki iki beşik tonozla örtülüdür. Kilise aziz figürleri ve İncil siklusunun dört sahnesini içermektedir. Meryem Ana Kilisesi, 11.yüzyılın birinci yarısına tarihlenmektedir.

 

Kılıçlar Kilisesi

Kılıçlar vadisinde Göreme Açık Hava Müzesi’nin yaklaşık 600 m. kuzey doğusundadır. Haç planlı dört sütunlu, merkezi kubbeli, haç kolları beşik tonozlu, batı köşe mekanları, düz tavanlı, doğu mekanları kubbeli olup üç apsislidir. Kilisenin içi oldukça zengin bir şekilde fresklerle süslenmiş olup uzun bir İncil siklusunu içermektedir. Kılıçlar Kilisesi, 9.yüzyıl sonlarına, 10.yüzyıl başlarına tarihlenmektedir.

 

Göreme Açık Hava Müzesi

2.yüzyılın sonlarında Kapadokya’da önemli sayıda Hıristiyan toplumu bulunmakta idi. Bu devre ait iki piskoposluk bölgesi bilinmektedir. Bunlardan biri bölgede uzun süre Hıristiyanların merkezi olacak olan Kayseri, diğeri de Malatya’dır. 

3.yüzyılın kuvvetli şahsiyete sahip rahipleri, bölgeyi dini düşünce ve yaşantının canlı bir merkezi haline getirmişlerdir.

4.yüzyılda Kapadokya, üç büyük azizin (Kayseri piskoposu Büyük Basil, kardeşi Nyssalı Gregory ve Nazianslı Gregor) memleketi olarak bilinirdi. Bütün Hıristiyanlık fikirleri, bu hocalar tarafından birleştirilerek yeni bir şekil verilmiştir.

Basil’ in Kapadokya kiliselerinde yapmış olduğu önemli bir reform, cemaatle dua usulünü yeniden kurmasıdır. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi bu eğitim sisteminin başlatıldığı yerdir. Soğanlı, Ihlara, Açıksaray aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerlerdir.

 

Tokalı Kilise:

Bölgenin bilinen en eski kaya kilisesi olup 4 mekandan oluşur: Tek Nefli eski Kilise, Yeni Kilise, Eski Kilise’nin altındaki Kilise, Yeni Kilise’nin kuzeyindeki Yan Şapel. 10.yüzyılın başlarına tarihlenen Eski Kilise, bugün Yeni Kilise’nin giriş mekanı şeklinde ise de, orjinalde tek nefli, beşik tonozlu bir yapıdır. Doğusuna Yeni Kilise’nin eklenmesi sırasında apsisi tamamen yıkılmıştır. Sahneler tonoz yüzeyine ve duvarların üst bölümüne yerleştirilmiştir. İsa’nın hayatını kapsayan siklus tonozda panellere ayrılmış olup, sahneler sağ kanatta başlayıp sol kanata doğru birbirini takip etmektedir.

 

Sahneleri;

Tonozun ortasında aziz tasvirleri, sağ kanadında üst panelde; Müjde, Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Beytüllahim’e yolculuk, Doğum.

Sol kanattaki üst panelde; Elizabeth’in takip edilmesi, Vaftizci Yahya’nın görevlendirilmesi, Vaftizci Yahya’nın kehaneti, İsa’nın Vaftizci Yahya ile buluşması, Vaftiz, Kana düğünü.

Sol kanattaki orta panelde: Şarap mucizesi, Ekmeklerin ve balıkların çoğaltılması, Havarilerin görevlendirilmesi, Kör adamın iyileştirilmesi, Lazarus’un diriltilmesi.

Sağ kanattaki alt panelde: Kudüs’e giriş, Son Akşam yemeği, İhanet, İsa Pilatus’un

önünde.

Sol kanattaki alt panelde: İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa’nın çarmıhtan

indirilmesi, İsa’nın gömülmesi, Kadınlar boş mezar başında, İsa’nın cehenneme inişi,

İsa’nın göğe çıkışı. 

Bu panelin altında aziz tasvirleri; Girişin üstünde ise Başkalaşım sahneleri yer almaktadır.

Yeni Tokalı enlemesine dikdörtgen planlı, basit beşik tonozludur. Doğu duvarında kemerlerle birbirine bağlı dört sütun, sütunların arkasında yükseltilmiş bir koridor, koridordan sonra ana apsis ile iki yan apsis yer alır. Beşik tonozlu nefinde İsa’nın siklusu kronolojik sıraya göre daha çok kırmızı ve mavi renkler kullanılarak işlenmiştir. Lapis mavisi, Tokalı kilise’yi diğer kiliselerden ayıran en önemli özelliğidir. Enlemesine nefte, Aziz Basil’in hayatı, çeşitli azizlerin tasviri ve çoğunlukla İsa’nın mucizelerine ait sahneler yer alır. Kilise 10. yüzyılın sonuna ve 11. yüzyılın başına tarihlenmektedir.

Rahibeler ve Rahipler Manastırı:

Açık Hava Müzesi’nin girişinin solunda yer alan 6-7 katlı kaya kütlesi Rahibeler Manastırı olarak bilinir. Bu manastırın 1.katındaki yemekhanesi, mutfağı, birkaç odası; 2.katında yıkık şapeli gezilebilir durumdadır.3.kattaki-bir tünelle ulaşılan- kilisesi çapraz kubbeli, dört sütunlu üç apsislidir. Ana apsisteki templona, Göreme’deki diğer kiliselerde pek rastlanmaz. Kilise’de doğrudan kaya üzerine yapılan İsa tasvirinin yanında kırmızı bezemeler görülür. Manastırda katlar arasındaki bağlantı, tünellerle sağlanmıştır. Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi “Sürgü taşları” kullanılmıştır. Sağdaki Rahipler Manastırı’nda ise erozyon nedeniyle katlar arasındaki geçişler kapandığından sadece giriş katında birkaç oda görülebilir.

Aziz Basil Şapeli:

Göreme Açık Hava Müzesi’nin girişindedir. Sütunlarla ayrılan nartekste mezar çukurları bulunmaktadır. Nef, enine beşik tonozlu, dikdörtgen planlı ve üç apsislidir. Dikdörtgen nefin sol uzun yüzünde biri büyük, ikisi küçük, üç apsis bulunmaktadır. Kilise 11. yüzyıla tarihlenmektedir. Sahneleri: Ana apsiste İsa portresi, ön yüzünde Meryem ve çocuk İsa,kuzey Duvarında ise yine at üzerinde ejderle savaşan Aziz George Aziz Demetrius ve 2 azize tasviri bulunmaktadır.

Elmalı kilise :

Dokuz kubbeli, dört sütunlu, kapalı Yunan haçı planlı, üç apsislidir. Asıl girişi güney yönünden olan kiliseye, kuzeyden açılan bir tünel vasıtasıyla girilebilmektedir. Elmalı Kilise’nin ilk süslemeleri Aziz Basil ve Azize Barbara Şapeli’nde olduğu gibi doğrudan duvara kırmızı boya ile yapılan haç ve geometrik motiflerdir. Kilise 11.yüzyılın ortası, 12. yüzyılın başına tarihlenmektedir.

Sahneleri: Deesis, Doğum, Üç müneccimin tapınması, Vaftiz, Lazarus’un diriltilmesi, Başkalaşım, Kudüs’ e giriş, Son akşam yemeği, İhanet, İsa Golgota yolunda, İsa çarmıhta, İsa’nın gömülmesi, İsa’nın cehenneme inişi, Kadınlar boş mezar başında,İsa’nın göğe çıkışı ve aziz tasvirleri. Ayrıca Tevrat kaynaklı İbrahim Peygamber’ in misafirperverliği ve üç yahudi gencin fırında yakılması sahnesi resmedilmiştir.

Azize Barbara Şapeli:

Elmalı Kilise’nin bulunduğu kaya bloğunun arkasındadır. Haç planlı, iki sütunlu, batı, kuzey ve güney haç kolları beşik tonozlu, merkezi kubbeli, doğu haç kolu ve doğudaki iki köşe mekanı kubbelidir. Bir ana, iki yan apsisi bulunmaktadır. Motifler kırmızı boya ile doğrudan kaya üzerine uygulanmıştır. Duvarda ve kubbede zengin geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve askeri semboller resmedilmiştir. Ayrıca duvarda taş izlenimi veren motifler de yer almaktadır. Kilise 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir.

Sahneleri: Ana apsiste İsa Pantokrator; kuzey haç kolunda at üzerinde ejderle savaşan Aziz George ve Aziz Theodore; batı haç kolunda ise Azize Barbara tasviri bulunmaktadır.

Yılanlı ( Aziz Onuphrius ) Kilise :

Ana mekan enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekan ise düz tavanlıdır. Apsisi sol uzun duvara oyulmuş, kilise tamamlanmadan bırakılmıştır. Girişi kuzeydendir. Kilise tonozun her iki yanında, Kapadokya’da saygın olan azizlerin tasvirleri bulunmaktadır. Kilise 11.yüzyıla tarihlenmektedir

Sahneleri: -Girişin tam karşısında sol elinde İncil tutan İsa ve yanında kilisenin banisi. -Tonozun doğusunda: Aziz Onesimus, ejderle savaşan Aziz George (Aya Yorgi) ve aziz Thedore, Gerçek haçı tutan Helena ve oğlu Konstantin.-Tonozun batısında: Çıplak, uzun saçlı ve önünde palmiye ağacı bulunan Aziz Onuphrius (Çünkü o faziletin, nefse hakimiyetin en iyi örneğiydi.), yanında takdis pozisyonunda Aziz Thomas ve elinde bir kitapla Aziz Basil bulunur.

Karanlık Kilise:

Karanlık Kilise olarak adlandırılmasının nedeni, narteks kısmındaki küçük bir pencereden çok az ışık almasından dolayıdır. Bu sebeple fresklerdeki renkler oldukça canlıdır. Kilise, 11. yüzyıl sonu 12.yüzyıl başına tarihlenmektedir.

Çarıklı Kilise:

Figürler genelde büyük ve uzundur. İsa’nın göğe yükseliş sahnesinin altında bulunan ayak izlerinden dolayı kiliseye “Çarıklı Kilise” adı verildiği sanılmaktadır. Kilise 12. yüzyıl sonu, 13. yüzyıl başına tarihlenmektedir.

Zelve:

Paşabağından sonra kısa bir yol kat ederek Zelve Vadisi’ne varılır. Bu vadi bir çatalın üç dişini andıran, yan yana dizilmiş üç küçük vadicikten oluşur. Günümüzde bir açık hava müzesi olarak düzenlenmiş vadinin girişinden itibaren sağdaki ilk küçük vadinin girişi, son yıllardaki çökmelerden ötürü, kapanmıştır. Birinci vadiye ulaşmak için ortadaki ikinci vadi kat edilip, aradaki yıkıntılardan geçilebilir. Bu vadide yerleşim birimlerinin yoğunluğu dikkat çeker. İlginç yapılardan biri, iç mekanı kayaya oyularak yapılmış, cephesi duvar örülerek inşa edilmiş, küçük bir mescittir. Yine bu vadi, önceleri bir manastır olarak kullanıldığı düşünülen, içi birçok hücre kazılarak odacıklara bölünmüş devasa boyutlarda, bir kaya oyuğunu barındırır. Vadinin sol tarafındaki cephelerde dikkati çeken güvercinliklerin kimilerinin ön yüzleri dekoratif figürlerle bezelidir. Ortada bulunan ikinci vadinin sol yamacında “Sütunlu Kilise”, erozyondan az etkilenerek, günümüze sağlam ulaşabilmişse de, sağ yamaçtaki “Geyikli Kilise”nin yerinde bugün yeller esmektedir. Bu vadide dikkati çeken diğer yapılar, 1950 yıllara kadar kullanılmış, yerleşim birimleridir. Müzenin girişine göre solunda bulunan üçüncü vadide, yine 1950 yılların ilk yarısına kadar kullanıldığı bilinen, basit bir un değirmeni bulunur. Bu değirmenin bugün de görülebilen düzeneğinden, işleyişinin hayvanlar marifetiyle sağlandığı anlaşılır. Değirmenin hemen sağından tırmanıldığında karşılaşılan “Balıklı ve Üzümlü” kiliselerin süslemelerinin ikonoklastik dönem öncesine tarihlendiği düşünülmektedir. Bu yapılar günümüze nispeten sağlam ulaşabilmişlerdir. Kilseler adlarını, süslemeler arasındaki balık ve üzüm motiflerinden alırlar.

Paşabağı:

“Paşabağı” olarak adlandırılan vadi “Aziz Simeon” vadisidir.  Vadideki kilise yapıları süslemeleri ya da mimari özellikleri açısından çok da çarpıcı olmamalarına karşın “Aziz Simeon” şapeli olarak adlandırılan keşiş hücresi ve ibadet odası görülmeye değer bir yapıdır. Vadiye adını veren “Aziz Simeon” 5. yüzyılda Halep dolaylarında, mucizeler yarattığı için halkın ilgisinden sıkılıp bir sütunun tepesinde yaşamaya başladığına inanılan bir keşiştir. Bu vadide halktan uzak yaşamış olan keşişler de, onun anısını yaşatmak için burayı onun adı ile anmış olmalılar.

IHLARA VADİSİ:

Aksaray’a 40 km uzaklıktadır. Hasandağı’ndan çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler kanyonu oluşturmuştur. Bu çatlaklardan yol bulan kanyonun bugünkü halini almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlarda Kapadokya ırmağı anlamına gelen “Potamus Kapadukus” denilmekteydi. 14 km uzunluğundaki vadi Ihlara’dan başlar, Selime’de son bulur. Vadinin yüksekliği yer yer 100-150m dir. Vadi boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler bulunmaktadır. Bazı barınaklar ve kiliseler yer altı şehirlerinde olduğu gibi birbirine tünellerle bağlantılıdır. Ihlara vadisi jeomorfolojik özelliklerinden dolayı keşiş ve rahipler için uygun bir inziva ve ibadet yeri olmuştur. Ihlara vadisi kiliselerindeki süslemeler 6.yüzyılda başlayarak 13. Yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir.

Eğritaş Kilisesi :

İki bölüm halindedir. Üst kısım tek sahınlı, beşik tonozlu bir mezar şapelidir. Alt kısımda ise aynı ölçülere bağlı olarak yapılmış, cenaze törenleri için kullanılan bir mekan ve sağında solunda alt bölümlere doğru uzayıp giden geniş bir yeraltı mezarlığı girişi vardır.

Ağaçaltı Kilisesi:

Girişin tam karşısındaki duvarda yer alan Aziz Daniel, kilisenin bu adla anılmasına da sebep olmuştur. Beyaz zemin üzerine kırmızı, gri ve sarı renkler kullanılmış, kuzey haç kolu tonozu oldukça zengin bitkisel ve geometrik motiflerle süslenmiştir. Kilise İkonoklastik Dönem öncesine ya da 9.- 11. yüzyıllar arasına tarihlenmektedir.

Kokar Kilise:

İhtiyaç nedeniyle kayanın iç kısımlarına doğru oyularak cenaze salonu, nefe ilave edilmiştir. Süslemelerin tonuna gri renk hakimdir. Oldukça iyi korunmuş olan tonozda büyükçe bir haç motifi vardır. Haç motifinin ortasında yer alan kare çerçeve içindeki el motifi üçlü kutsama işaretidir. Kilise 9. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.

Direkli Kilise:

Büyük bir yapı bileşkesinin parçasıdır. Giriş bölümü yaşam alanlarına, yemekhanelere, şarap mahzenlerine gidilen kapılar içerir, en sağda bir tünel girişi ve sığınaklar vardır. İki katlı olarak yapılmıştır, merdiven oyuntuları halen bellidir ve bu kat ahşap olduğu için zamanla yıkılmıştır. Buradan ikonakırıcı döneme ait betimler içeren enine dar, uzunca bir bölüme, sonra da Direkli Kilise’ye girilir.

Yılanlı Kilise:

Batı duvarındaki yılanların saldırısına uğramış dört çıplak günahkar kadınla ilgili sahneden dolayı kiliseye bu ad verilmiştir. Sekiz yılanın saldırısına uğrayan birinci kadına ait kitabe tahrip olduğundan suçu anlaşılmamaktadır. Yılanlar ikinci kadını çocuğunu emzirmediği için göğsünden, üçüncü kadını yalan söylediği için ağzından, dördüncü kadını itaat etmediği ve söz dinlemediği için kulaklarından ısırmaktadırlar. Yılanlı Kilise 9.yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.

Aziz Yorgos (Kırkdamaltı) :

Selçuklu sarığı giymiş iki erkek figürü vardır; Aziz Yorgos Kilisesi’nin sarıklılarından ilki çarmıha gerilmiş İsa’yı işaret eden kişidir. Bu kişi, İsa’nın böğrüne mızrak saplandıktan sonra su ve kan çıktığını görüp de iman eden yüzbaşıdır.

Konya-Aksaray yolu üzerindeki Sultan Han dokuz sahınlıdır. 1229’da 1. Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan bu han 4500 metrekarelik alanıyla en büyük kervansaraydır. İlk kez mescit burada avlunun ortasına alındığı için Sultan Hanı şemasının bu yapıda belirlendiği kabul edilir. Mimarı adından da anlaşılacağı gibi Şamlı olan Muhammed bin Havlan el Dımışki’dir.

Avanos

Bu kasabanın altı aslında ”in” denilen eski yeraltı şehirleriyle kaplanmış durumdadır ve yeni evler bunların üzerine inşa edilmiştir. Bu eski şehrin uzantıları tepelerde bir yerde açığa çıkıyordu, yani bir zamanlar, Avanos’ta birkaç kilometre yeraltından yürüyüp dağın yamacında tekrar yerüstüne çıkmak mümkündü. Kurtuluş Savaşı döneminde asker kaçakları buralarda barınmakla kalmayıp kervan da soyduğu için, cumhuriyet hükümetinin çetelerle baş edebilmek için yeraltı dehlizlerini kapattırmak zorunda kaldığı söylenir. Avanos’un en önemli özelliği çömlekçilik olarak görülebilir. Bu bölgedeki kil toprağın yapısı Avanos’u özellikle bu tür işlerin merkezi konumuna getirmiştir. Avanos özellikle Frigya egemenliğinde ve Helenistik çağda önemli bir yerdi. Kasabanın on kilometre kadar batısındaki Çeç Höyüğü İç Anadolu’daki en önemli ve en büyük höyüktür.

Devrent Vadisi:

Vadideki her bir peribacası sanki bir zamanlar canlıymış da taşa dönüşmüş suretler gibi göründüğünden, tüm dünyada ‘Hayal Vadisi (Imaginary Valley)’ ya da kayalarının gün batımında aldığı renkten olsa gerek ‘Pembe Vadi’ olarak anılır olmuş.  Deveyi andıran peri bacası, Devrent Vadisi’ni gezen her ziyaretçinin ilk uğradığı nokta olduğundan etrafı çitlerle çevrilerek tahrip olmasının önüne geçilmek istenmiş. Bu peribacası gibi farklı canlıları, özellikle de hayvanları çağrıştıran birçok peribacası var Devrent Vadisi’nde. Vadide doğanın oluşturduğu heykel bir hayvanat bahçesinde gezinir gibi devenin ardına takılmış bir kervan da, suya çok uzak kalmış bir fok da, kuşlar, atlar, tavşanlar da görebilirsiniz; tıpkı ellerini açmış Meryem Ana’ya benzeyen, bebek İsa’yı çağrıştıran, Napolyon şapkalı insanlar da. Devrent Vadisi’nde yerleşim yeri kurulmamış. 

Devrent Vadisi’ndeki peribacalarının dualarla cezalandırıp taş kesilen insanlar olduğu yönünde. Aktepe sırtlarındaki bu perili vadide bir türbe varmış ve türbenin civarında da asasını yere vurduğunda su çıkartabilecek kudrette ‘Dede’ adında bir bilge yaşarmış. Günün birinde ‘gavur ordusu’ diye tabir edilen bir çete gelmiş vadiye. Amaçları türbeyi yıkmak, başta Dede olmak üzere tüm halkı öldürmekmiş. Savunmasını Allah’a avuç açarak yapan bilge Dede, ‘Allah’ım düşmanı taş yap, kuş yap’ diye dua etmiş. Allah dedenin dualarını kabul ederek düşmanları tıpkı develi peribacasında olduğu gibi hayvanlarıyla beraber taşa çevirmiş. Kapadokya civarındaki Paşabağı ve Üç Kutsal Hıristiyan Kayası da aynı Devrent Vadisi’nde olduğu gibi taş kesilme efsaneleriyle anılmaktadır.

Güvercinlik Vadisi:

Rivayete göre, 9. Yüzyılda başlayan güvercin yetiştiriciliği ile beraber burada yaşayanların dikkatini çeken üzüm yetiştiriciliğinde güvercin gübresinin çok faydalı olduğudur. Bu nedenle bugün de göze çarpan kayadan oyma yuvalar, tarım işçilerinin verimini artırabilmek adına, evler yerine vadiyi seçmesiyle oluşur.

Sadece tarımda değil, aynı zamanda kilise duvarlarını renklendiren çizimlerin ve desenlerin renklerini koruyabilmek, fresklerin sağlam kalmasını sağlayabilmek adına da güvercin gübrelerinin verimli olduğu için kullanıldığı söylenir.

Yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir